Skip to main content

Babanızın yönetmen olması, bu mesleği seçmenizde ne kadar etkili oldu?

Bu mesleği seçmemde etkili olmadı. Ama sanat ile içiçe büyümek; babamdan sanat, sinema eğitimi ve Türkçe öğretmeni/senaryo yazarı olan annemden de edebiyat eğitimi almak benim biçimlenmemde en etkili yapı taşları olmuştur. Babamın Londra’da BBC de çalıştığı yıllarda ilkokula İngiltere’de başlamış olmam, o yaşlarda farklı kültürleri tanımam ve ufkumun açılması açısından çok önemli oldu. Annemin ise bana ve kardeşime aşıladığı okuma alışkanlıgı hayatımız boyunca hep bizimle. Edebiyat aracılığı ile dünyanın her yerine ve başka insanların hayal dünyalarına yapılan yolculuğu hiçbirşeye değişmem. Küçükken içimde hep mimar olacağım hissi ile büyüdüm. Ama ilkgençlik yıllarımda maddi sıkıntılarıma çabuk çözüm bulmak ve hem okuyup hem de calışmak zorunda idim. Bu yüzden tasarımcı olmak bana daha hızlı bir çözüm oldu. 60 yaşından önce “iyi mimar” olmak nerede ise mümkün değil artık.

Daha önceden film afişleriyle ilgili çalışmalar ilginizi çekiyor muydu yoksa tesadüfler mi sizi film afişi tasarlamaya yöneltti?

Sinema bence çağımıza yön veren en önemli sanat dalı. Benim çevremde sinemadan etkilenmeyen veya hayallerinde sinemaya yer vermeyen yok gibi. Bir tasarımcı olmaya çalışırken sinema afişlerindeki illustrasyonları (o zaman photoshop henüz yoktu) özenle inceler ve içlerinde kaybolurdum. Indiana Jones, Star Wars illustrasyonlari benim jenerasyonumun zihnine kazınmıs görsellerdir. (Şimdi bunları çizenleri tanımak ayrı bir zevk tabi) Uğur Mumcu’nun yirmidort kitabına tekrar kapak yapma şansım olduğunda bunları kitap kimliklerinin dışında birer film gibi düşünmüstüm. Sinema dünyasının grafik dili herzaman geniş kitlelere çekici ve büyülü gelmiştir.

Sorunuza geri dönünce; Hayır, sinema sektöründe çalışmam bir tesadüf değil. Bilinçli bir karardır. Grafik tasarımı bir piramit gibi düşünün. Ulaştığı kitlelerin yaygınlığı ve karşılığında harcanan tasarım ücretlerinin yüksekliğini göz önünde tutacak olursanız “sinema sektörü tasarımcısı” olmak piramitin en uç noktası. Başka hiçbir görsel tasarım bunun önüne geçemiyor.

Ben de New York’da yaşadığım yıllarda zaten ilgim olan bu alanı kendime bilinçli bir hedef olarak seçmiştim. Hedef koyup, doğru zaman dilimlerine bölerek çalıştığınıza ulaşılamayacak hedef yok bence.

Bir film afişini ne kadar sürede hazırlıyorsunuz, hazırlarken nelere dikkat ediyorsunuz? Yaptığınız çalışma nasıl bir süreçten geçiyor?

Kimi zaman senaryo aşamasından başlayıp beş-altı ay çalışma şansımız da oluyor, kimi zaman da başka ajansın yapamadığı işi devralıp iki haftada da hazırlandığımız oluyor. Tamamen işin gidişatına bağlı. Ayrıca marketing süreci sabit bir hedef değildir. Hareketli bir hedeftir. “Hulk” projesinde çalışırken “Ironman” kampanyası sizin stratejinizi son anda değiştirebilir. Politik olaylardan, güncel trendlere kadar ve en önemlisi yapılan “focus group” araştırmalarına kadar her sey son anda değişebilir.

Yapılan iş güzel bir görüntü hazırlamanın çok ötesinde. Ayrıca netleştirmek istedigim bir başka nokta da; benim yaptığım isin sadece “film afisi” olmadığıdır. Hatta bazen film afişini yapmadığımız işler de oluyor. Son yıllarda “Home Entertainment” yani DVD, Blueray tasarımlarının bütçeleri “film afişi” bütçelerinin çok daha önüne geçti. Esas tasarım bütçesi orada. Bizim yaptigimiz is “KeyArt” tasarimi. Yani o isi satacak “anahtar gorsel”i tasarliyoruz. Sonucta bu DVD de olabilir, gazete ilanida, otobüs kenarıda, billboard da.
Türkiye’de “Hollywood’da afiş yapan adam” olarak tanındım. Bir şikayetim yok ama isin asıl yüzü bunun ötesinde.

Projelerinize kişisel yorumlarınızı katıyor musunuz, yoksa projenin içeriğine göre objektif mi yaklaşıyorsunuz?

Ben bir sanatçı değilim. Sanatçılar kişisel yorumlarını katarlar. Ben “tasarımci”yım. Tasarımcılık sanatçılıktan çok daha zor ve kişilik gerektiren bir iştir. Sanatçi yaptiği ise “ben yaptım oldu” der ve iş biter. Siz de beğenir ya da beğenmezsiniz, gerisi kimseyi ilgilendirmez. Hatta bazen sanatçının yapıtına yüklediği anlam ile alıcının yani izleyicinin “anladiği” birbirinden tamamen farklı olabilir. Miro’nun meşhur “patates mi? güneş mi?” hikayesi gibi.
Oysa tasarımcılık “sanat” ile sürekli flört eder, ondan esinlenir, ondan beslenir. Ama tasarımcılık özünde “sipariş” ile vardır. Yani “müşteri memnuniyeti” temellidir.
Bu gerçek pek çok tasarımcının hayatı boyunca kabullenemediği bir gerçektir. Özellikle genç tasarımcılar ve ögrenciler bunu zor anlar ve kabul ederler. Yaptığı ise aşık olmak tehlikesinden kurtulamazlar.

“Müşteri memnuniyeti”ni biraz açmak istiyorum. Çünkü yapılan işi müşterinin istediği gibi yapmaktan yani bir tekniker (araç) olarak çalışmaktan bahsetmiyorum.

Genellikle yönetmenler ile yaptığımız toplantılarda söylediğimiz ilk söz şudur: “Bizi su anda sevmenizi istemiyoruz. Bu toplantıdan sizi memnun ederek çıkabiliriz. Ama filminizin ilk haftasonu gişesinde hayal kırıklığına uğramak istemiyorsanız bizi dinlemeniz lazım” “Biz sizin ilk hafta sonu başarısından sonra bizi sevmenizi istiyoruz”. Her yönetmen filmini anlatacak ve sanatsal yönünü öne çıkaracak bir key art ister. Daha kalite ve sofistike gözükmek ister. Oysa cuma cumartesi aksamı karısı ile sinemaya gidip haftayı unutmak isteyen ve eğlenceli zaman (entertainment industry lafı buradan geliyor) geçirmek isteyen sıradan Amerikali ne izlemek ister sorusunun cevabını bulmaktır bizim işimiz. Filmin herhangi biryerinde gizlidir zaten bu an.

Şuana kadar yapmış olduğunuz projelerden hangisinin sizin için daha farklı bir anlamı var?

Key art ödülü kazandığım için zannedilmesin ama Selma Hayek’in”Frida” filmi için yaptığım tasarımın ve o projenin benim için ayrı bir önemi var. Yapılan işin tasarım boyutu ile ilgili bir önem değil bu. O proje benim “kurumsal Amerika”ya girişimin ve sektörde “kabul” edildiğimin göstergesidir. Ayrıca yıllar önce İstanbul Film Festivali’nin afişini yaptığımda da “özel” hissetmişimdir. Bir de sevgili Sezen Aksu’nun “Eksik Şiir” kitabının kapağının kalbimde özel bir yeri vardır.

Hep film afişi mi yapacaksınız?

Daha önce de söylediğim gibi hep film afişi yapmıyorum zaten. Tasarımcılık ile reklamcılığın buluştuğu alanda görsel tasarım çözümleri üretiyorum. Bu kimi zaman web sitesi, kimi zaman reklam filmi, kimi zaman DVD kapağı olabiliyor. Dünya çapında iş üretiyorum. Yunan Ortodoks Kilisesinin web tasarımını da yapıyorum, Nijerya Serbest Ticaret bölgesinin kurumsal kimliğinide, Rusya’da Türkiye’min Turizm tanıtım kampanyasını da.

Sinemanın başka bir alanında yer almak istiyor musunuz?

Haa OK. Şimdi anladım. Evet prodüktörlüğünü üstlendiğim iki projenin başlangıcı aşamasındayız. Şu anda bahsetmek için çok erken ama 3 sene önce kurduğum “Türk Film Konseyi” nin projeleri bunlar. Bunlar daha çok ilişkilerin oluşturulması ve projenin ana çatısının kurulması aşamasında “bilirkişi” olma durumu.
Öte yandan “tasarımcı” olma durumundan da çok memnunum. Böyle “mutlu” ölebilirim.

Sizce Türk filmlerinin dünya sinemasındaki yeri nedir? Amerikalılar Türk sinemasına nasıl bakıyor?

Dünya sinemasinda önemli bir yeri olmaya basladı. Zeki Demirkubuz, Fatih Akin, Ferzan Ozpetek ve Nuri Bilge Ceylan çok iyi yönetmenler. Dünyada tanınıyorlar ve biz de göğsümüzü gere gere anlatıyoruz. Ama Amerikalılar’a gelince durum biraz farklı. Burada sinemamızı tanıtacak hiçbirşey yapmamışız yıllardır. Türk Film Konseyi’nin (www.turkishfilmcouncil.com) kuruluş amaçlarından birisi de bu zaten. Sadece son iki yıldır Santa Monica da düzenlenen “Locations Fuar”nda Türkiye’yi temsil etmemiz ve aldığımız ikincilik ödülü bile çok önemli bir başarı. Bu konuda yapılması gereken çok önemli işler var. Bir iki ay içerisinde Turkishfilmtalents.com web sitesini açıyoruz ve burada Türk yeteneklerini Amerikalı yapımcılar ile buluşturacağız.

Türk filmlerini, oyuncularını ve afişlerini nasıl buluyorsunuz?

Uzun bir cevap olabilir.
Türk Filmlerinin bir kısmını çok beğenerek izliyorum. Türk olduğum için doğal olarak bize ait olan duyarlılıkları bana daha yakın geliyor. Özellikle 14 yıldır yurtdışında yaşayınca bu konularda daha çok “açık yara” ile geziyorsunuz. Ya da Sezen Aksu’nun dediği gibi “Kabuksuz Salyangoz” duyarlılığında oluyorsunuz. Ama çok kötü film de yapılıyor doğrusu. Geçtiğimiz yıl Antalya Film Festivali jürisinde yer alma şansım oldu. 10 günde yaklaşık 20 ye yakın film izledim. Inanılmayacak kadar “kötü” filmler de vardı.
Turk Oyuncularının bazılarını çok yetenekli buluyorum. Özellikle gençlerin arasında inanilmaz yetenekler var. Bence Türkiye piyasasında “yanmadan” Hollywood’da şanslarını denemesi gerekenler var. Bu yarışa ne kadar önce başlarsanız o kadar çok yol alma şansınız var. Özellikle Hollywood’da Orta Doğu konulu film yapımına ilgi varken bu firsatı değerlendirmeli. “Türk Film Yetenekleri” websitesi bu alanda önemli bir platform olacak diye düşünüyorum.
Türk Afişlerinde de önemli bir gelişme olduğunu izliyorum. En son İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi’nde yaptığım konuşmada bir dinleyici bunun “benim yüzümden” olduğunu söyledi. Çok mutlu oldum.

Çok fazla çalışmak dışında Hollywood’da tutunmak için neler yapılmalı? Çok sosyal biri mi olmak gerekiyor acaba?

Zannetmiyorum. Bence akıllı olmak gerekiyor. Burası bir “business” merkezi. Los Angeles dünyanın beşinci büyük ekonomisi. Gerçek bir iş merkezi. Sosyal olmak bir “paparazzi kültürü” yanılgısı. Akıllı değilseniz kimseye yutturamazsınız. Paris Hilton’un bile marka değeri sosyal olmasından değil medyayı “akıllıca” kullanmasından kaynaklanıyor.
Gene de yanlış anlaşılmasin. Doğru platformlarda yer almak çok önemli.

Çalıştığınız ünlüler arasında sizi en çok etkileyin kimdi?

Bu soru gazetecilerin ünlüler ile ilgili dedikodu bekledikleri bir “tuzak” sorudur. Bir anda başlık olma riski her zaman vardır. “Mayın Tarlası”. Türkiye’de tanınmaya baslamamın sebebi Nicole Kidman ile bir fotoğrafımın gazetelerde yayımlanması ile basladı. Bundan kurtulmam da yaklaşık 5 yılımı aldı.
Sorunuza dönünce; beni en çok etkileyen ünlü “Sir Ridley Scott”dir. “RKO 281”, “A Good Year” ve “Cennet Krallığı” filmlerini kampanyasında kendisi ile çalışma şansım oldu. Sosyal kimliğinden, iş adamı profiline, sanatçı duyarlılığından, kişisel zevklerine kadar çok beğendiğim özgün bir karakterdir. Hollywood bataklığında bir kale gibi ayakta durur.

Gelecekte ne gibi hedefleriniz var?

Çocuklarımla daha çok vakit geçirmek gibi özel hedeflerim gittikçe daha öne çıkıyor. “Büyüdüklerini izlemenin zevki” gibi klişe bir kalıbın ne kadar doğu bir söz olduğunu yeni keşfettim. Çocuklar inanılmaz yaratıklar. Hele sizin kanınızdansa, benzerlikleri 24 saat doğa belgeseli izler gibi ağzınız açık seyredebilirsiniz.
Önümüzdeki yıllarda Türkiye için bir “kültür elçisi” görevi bilinci ile hareket etmek istiyorum.

Tanımlı hedefler dışında, örneğin “işini iyi yapan birisi” olarak bilinmek türündeki hedefler ise zamanla oluşuyor zaten. Sürprizlerin nereden geleceğini bilemiyorsunuz. Bahçeşehir Üniversitesi Özel yetenek yazılı sınavında bir soru (cevap) olduğumu yeni öğrendim. Daha güzel bir ödül olabilir mi?

Yurt dışına açılmayı düşünen tasarımcılara neler önerirsiniz?

Hırslarını, arzularını gerçekçi temeller üzerinde değerlendirerek hedeflerini tanımlamalarını. Sonra da bu hedefe giden yolları tanımlı ve akılcı zaman dilimlerine bölerek çok çalışmalarını öneririm. Sistematik olarak bir karınca gibi çalışmak lazım.
“Önümüzdeki iki yıl içerisinde İngilizcemi mükemmeleştireceğim. Şu kadar para biriktireceğim. Şu bilgisayar programını altı haftada öğreneceğim. Zayıf yönlerim şunlar, güçlü olduğum alanlar bunlar…..” gibi. Kendini tanımak ve gideceğin yeri tanımlamak işin yarısı zaten.
Hepsine gönülden başarılar dilerim.