Skip to main content

Dünyaca ünlü Türk grafik tasarımcılarından biri Emrah Yücel. Popüler işlere, ses getiren çalışmalara imza atınca ve yıllardır ABD’de yaşadığı göz önünde bulundurulunca, “Amerika’yı çizen adam” dediler kendisine. Onun itirazı var, “Ben Amerika’yı çizmiyorum” diyor, devam ediyor; “Amerika’da düzen farklı. Çalışma şeklimiz ve sistemimiz, müşterinin talepleri ve bakış açısı da farklı. Orada iyi işler yapıyorum ama ben ABD’de çalışan pek çoklarından ve pek çok başarılı insandan biriyim” diyor. Benim özellikle altını çizmek istediğim nokta, kendisini grafik tasarımcı olarak tanımlamıyor, dinleyince hak verdim. Çünkü artık yaptığı iş iletişim tasarlamak. Tasarladığı bir afiş, bir amblem değil yalnızca, bir anlayışı tasarlıyor. Bunun için farklı tüm iletişim enstrümanlarını kullanabildiğini söylüyor. Detayları röportajın içinde, umarım gönlünü iletişime kaptırmış olanlara yol gösterir.

Yaprak Özer: Mesleğinizi tanımlamanızı istesem, nasıl tarif edersiniz.

Emrah Yücel: Aslında biz yaptığımız işi herhalde sadece grafik tasarım sınırları içerisinde konumlamak istemiyoruz çünkü zaman içerisinde yaptığımız işler o kadar farklı yerlere gitmeye başladı ki yani bu bir şehrin kurumsal kimliğinin tasarlanmasından onun için etkinlikler üretmeye, lobi hizmetlerinden gazetelerde haber çıkartılmasına kadar geniş bir çerçeveye dağıldı. Doğal olarak da bunun içerisinde aslında dijital baskı ve audio video alanlarında markalaşma, tasarım ve reklam üzerinde çalışıyoruz yani dörtlü düşünürseniz medium olarak dört aşamada yatay olarak da böyle bir dört aşamada faklı noktalarda işler yapıyoruz.

Yaprak Özer: Mesleğe ne zaman başladınız?

Emrah Yücel: Ben çok küçük yaşta çalışmaya başladım, çünkü ilginç bir babam vardır. Çok küçük yaşta 18 yaşında evden ayrılıp ayaklarımın üzerinde durmak zorunda kaldığım için hemen iş hayatına atıldım Ankara’da. Reklam ajanslarında karanlık odada agrandizör kullanarak, o zamanlar tabii bilgisayar yoktu, cımbızla pikaj yaparak başladığım bir meslek hayatım var. Çırak olarak yani orada birebir karanlık oda hizmeti yaptığım dönemler vardı ve gündüzleri okula gidip akşamları ajansta bütün tasarımcıların yaptıkları o işleri temize çeken çocuk olma işiyle başlamıştım yıllar önce Ankara’da.

Yaprak Özer: Grafik tasarımcısı olarak ünlendiniz ama bugün iletişim tasarımcısı diyorsunuz kendinize. Mesleğin bu kadar geniş bir perspektife yayılabileceğini düşünmüş müydünüz?

Emrah Yücel: “Düşündüm” demeyeceğim. Doğru söylüyorsunuz, yani “düşündüm” demeyeceğim tabii ki düşünmemiştim ama bu biraz sezgisel bir şey. Yani onu sezme meselesi bence çok önemli. Yani şunu çok net hatırlıyorum; yıllar önce Ankara’da bir reklam ajansının sahibiydim. Bir ortağımla birlikte 20’li yaşlarımda Türkiye’de Grafik Tasarımcıları Meslek Kuruluşu’nun pek çok ödülünü kazanmıştık, Ankara’daydık, Ankara’nın en yüksek cirolu reklam ajansı olmuştuk ama bunun bir üst basamağının İstanbul olmadığını çok iyi biliyordum ve seziyordum.

Yaprak Özer: Neydi bir üst basamağı New York’muydu?

Emrah Yücel: Londra’ydı. Ama Londra’yı denedik. Bir avukat tuttuk, oradaki yerleşme şartları her şeyin legal kurulması üzerine, Londra bu anlamda çok açık bir şehir değil. Yani hala orada aristokrasi çok güçlü, hala sektörün içerisine girebilmeniz çok zor. Tasarım sektörünün içerisinde hiyerarşik bir aristokrasi yapısı da var. Eğer İngiliz değilseniz İngiltere’de iş yapmanız mümkün değil, özellikle tasarım mimari gibi alanlarda.

Yaprak Özer: Deneyimlediniz mi bunu? Sonra mı Amerika maceranız başladı?

Emrah Yücel: Tabii, kesinlikle. Bütün bunların araştırmalarını yaparken fark ettik ki, New York bir alternatif olarak çıktı. Amerika için söylenen fırsatlar ülkesi sözü çok doğru. New York’ta gidip yerleştiğiniz anda siz oralısınız. Hatırlıyorum 90’ların ilk yarısıydı, ben New York’a yerleştiğim zaman kendi web sitemi yapıp arama motorlarına kaydettirmiştim, o zaman Google falan yoktu, Alta Vista vardı. Biz grafik tasarım, reklam, New York diye search edildiğinde araştırma yapıldığında üç kişi çıkıyorduk. Şimdi milyonlar var ve o üç kişinin aracılığıyla ben Japonya’dan bir firmayla çalışmaya başladım. New York’ta, New York’lu bir tasarımcıyla çalışmak istiyorlardı. Benim altı aydır orada olmam işi değiştirdi. Yerleşmiştim artık ve bir anda çalışmaya başladım.

Yaprak Özer: Altı aylık bir New York’lusunuz… Size New York’lu biriyle çalışmak istiyoruz demişler, siz de “işte o benim” demişsiniz.

Emrah Yücel: Aynen öyle, New York’lu olma meselesi biraz ruh halidir. Siz orada belli bir süre geçirdiğiniz zaman kendinizi çok da dışında hissetmezsiniz. Sonradan beş yıl yaşadım New York’ta.

Yaprak Özer: Şimdi nerede yaşıyorsunuz?

Emrah Yücel: Yaklaşık 12 yıldır Los Angeles’da yaşıyorum.

Yaprak Özer: Bugün nerede olabileceğinizi tahmin edebiliyor muydunuz?

Emrah Yücel: Kesinlikle etmiyordum. Bir spor ayakkabısı için uluslararası platformda yayınlanacak bir ilan yapma isteği hep kafamda bir yerde vardı. Bazen gözünüzü kapatırsınız bir anı görürsünüz ya o an olur sonra, o ana çok inanıyordum ben ve onun olacağını düşünüyordum. O sektörde olmadı ama başka sektörde benzer, hatta daha üzerinde hayallerim yerine geldi kesinlikle.

Yaprak Özer: Tasarımla başladığınız bir noktada, projenin başka iletişim araçlarına da ihtiyaç duyduğunu görüp, projeyi bir bütün olarak başarıya götürmek için diğer parçaları da üretiyorsunuz… Sanırım geldiğiniz nokta bu.

Emrah Yücel: Bizim şirketimizin mottosu da bunun üzerine kurulu zaten. Şirketimizin ismi “I Mean It” .

Yaprak Özer: Türkçeye nasıl adapte ediyorsunuz? Mutlaka evire çevire düşünmüşsünüzdür.

Emrah Yücel: “Gönül işi” diye düşünüyoruz biz onu… Türkçe karşılığı diye düşünmedik, ama gönlümüzü hakikaten içine koyduğumuz işler yapalım.

Yaprak Özer: Kalbinizden geçmeyen işlere bakmıyor musunuz?

Emrah Yücel: Bu şirkette öyle bir şeyimiz yok. Yani şöyle söyleyeyim aslında verdiğiniz örneğe biraz geri dönmek istiyorum mesela I Mean It’te genellikle biz şöyle bir işin içerisine giriyoruz. Bizim yaptığımız işin %70’i dinlemek. Diyelim ki bir tekstil firması bize geliyor ve bu tekstil firmasının ürettiği çok ilginç bir kumaş teknolojisi var ve bu teknoloji bir markaya dönüştürmek istiyorlar. Öncelikle, bir kere bunun nasıl üretildiğini, neden böyle üretildiğini, bunun teknolojisinin diğerlerinden farklılığının ne olduğunu çok iyi anlamamız bunun için de gidip dinlememiz, hatta yöneticilerin bize bunu anlatırken bunun içerisindeki boşlukları fark etmemiz, geri dönüp o üretimin boşluklarının ve hatta onların bu üretim teknolojisinin telifini almaları konusunda yapmaları gereken çabaların neler olduğunu onlara tanımlamamız gerekiyor.

Yaprak Özer: Neden oralara kadar gidiyorsunuz?

Emrah Yücel: Çünkü siz burada bir marka yaratacaksınız bu ürün için. Ürettikten sonra bu markayı bunun çok kolay erozyona uğraması söz konusu. Hem bizim, hem müşterinin ürettiği markaya zarar gelmesin diye. Şimdi böyle bir marka oluşturuyorsunuz ve yine bu örnek üzerinden giderek anlatmak istiyorum. Öyle bir noktaya geliyor ki iş, mesela biz şimdi markamızı oluşturduk, bunun bir görsel kimliği var, kuralları var, bir dili var şimdi bundan hareketle biz bunu uluslararası platforma nasıl yayacağız. Bir medya alım bütçemiz var diyelim mesela 2 milyon dolarlık yurt dışından medya alımı yapacaksınız. Biz diyoruz ki “Bu kadar harcamayalım. Daha az harcayalım ama sizin bu işteki amacınız ne, bize onu anlatın”. Diyorlar ki “Bizim amacımız toplu satışlar yaptığımız, dört beş tane büyük marka var. Dünya büyüğü, tekstil markaları. Bunların yöneticilerine ya da satış alım insanlarına ulaşmak istiyoruz…” Peki kaç kişi bunlar, beş yüz kişi; okey o zaman size şöyle bir öneriyle geliyoruz diyelim. Ne olduğunu söyleyeyim mesela ilginç gelebilir bu; uygun bir dergiye diyoruz ki “Biz size bir ilan vereceğiz, hatta ilanın parası da burada buyurun; ama ondan önce sizden advertorial satın almak istiyoruz. Advertorial nedir, haber niteliğinde tanıtım. Haber de şu: “Bilmem ne firması şöyle şöyle bir teknoloji üretti, bu teknoloji ilk defa organik iplikte çok ilginç bir reform yarattı ve bunun ışığında böyle böyle bir ürün müsaittir” gibi bir haber çıkıyor. 500 kişiye gidecek imzalı mektup alıyoruz. Sonra bu 500 kişiye bahsettiğimiz CEO’lara ya da alımcıların hepsine bu 500 mektubu Fedex’le gönderiyoruz. Diyor ki mektup, ilgilendiğiniz sektörde sizin de ilginizi çekeceğini düşündüğümüz haber ektedir, bununla ilgili herhangi bir sorunuz varsa lütfen beni arayın ve 500 kişiye elden böyle bir Ekonomist gidiyor. Ve siz diyelim ki çok büyük bir tekstil firmasının İspanya’daki sahibisiniz, size Ekonomist’in editöründen bir mektup geliyor.

Yaprak Özer: Hemen şunu ilave edelim, Ekonomist’in editörü içinde sizin advertorial’ınızın yayınlandığı dergiyi göndermeyi kabul ediyor olmalı.

Emrah Yücel: Ama bu arada şimdi milyonlarca dolar harcayıp da böyle bir şey yapmaktansa birebir hedef kitlenize Ekonomist’in editöründen gitmiş bir yazıyla bunun grafik tasarımıyla bir alakası yok. Şimdi ona gelmek istiyorum.

Yaprak Özer: “I Mean It”de gönlünüzde yer etmiyorsa işe giriyor musunuz, girmiyor musunuz?

Emrah Yücel: Girmediğimiz pek çok proje var.

Yaprak Özer: Ne tür gerekçelerle, üretimi mi, kişiyi mi, kişileri mi ya da siyasi görüş mü beğenmiyorsunuz?

Emrah Yücel: Şöyle söyleyeyim, silah reklamı yapmam, sigara reklamı yapmam.

Yaprak Özer: Siyaset?

Emrah Yücel: Siyasetten uzak durmaya çalışırım.

Yaprak Özer: Daha önceki röportajlarınızda daha kesin ifadeler kullanmışsınız siyasetle ilgili yumuşamış görüyorum sizi.

Emrah Yücel: Bu anlamda aslında yaptığımız işten dolayı zaten siyasi platformda pek çok insandan talep geldi, özellikle Türkiye’de. Biz bilinçli olarak uzak durmayı tercih ettik yani bu benim ne düşündüğümle çok alakalı değil, ben sosyal demokrat bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm. O anlamda aslında nerede durduğum çok tanımlı zaten, ama yine de onun benim kimliğimin önüne geçmesine gerek yok. Sonuçta yaptığımız iş belli, biz iyi bir iş üretmeye çalışıyoruz ve ürettiğimiz işin içerisinde de siyasi kimliğin olmamasında fayda var, bir tercih meselesi. Yani özellikle birisinin tanıtımını yapacaksam bunun o platformda olmamasını tercih ediyorum.

Yaprak Özer: ABD bu anlamda zengin… siyasi parti kampanyaları inovatif, iletişim- içerik açısından canlı, değişik kurgular göze çarpıyor…

Emrah Yücel: Doğru söylüyorsunuz çünkü Türkiye’de her alanda çok ciddi bir kutuplaşma var, Amerika’daki kadar ılımlı değil. Tabii ki orada Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında da keskin kavgalar ayrımlar var, ama burada sinemasından siyasetin getirdiği argümana, takım tutmaktan yani günlük hayata kadar her yerde bir kutuplaşma söz konusu. Amerika’da böyle bir şey yok. Dünyanın başka yerlerinde de böyle bir şey yok, bizde her şey çok uçlara doğru çekiliyor, kutuplaşılıyor.

Yaprak Özer: Siz aslında herhangi bir kimlik giymekten rahatsız oluyorsunuz dolayısıyla o işi gayet rahatlıkla yapabileceğinizi mesafeli davranabileceğinizi söylüyorsunuz.

Emrah Yücel: Evet, bu kadar kutuplaşmaya gerek yok aslında beni şaşırtıyor da, Türkiye’ye geldiğimizde günlük tartışma dilinin aşırılığı da beni çok şaşırtıyor… Seviyesiz bir örnek vermek istemiyorum ama gazetelerde ve televizyonlarda insanların birbirinin selülitini konuşuyor olması nasıl olabilir, böyle bir şeyin seviyesi inanılmaz bir nokta. Ona cevap verme meselesi de aynı şekilde, cevap vermemek uzak durmak lazım.

Yaprak Özer: Anne ve babanızdan çok söz ediyorsunuz, belli ki sizin üzerinizde çok olumlu ve güzel etkileri var. Ve de onların sol siyasi kimliklerini de hep öne çıkarmışsınız. Neden?

Emrah Yücel: Çünkü nasıl bir şeyde büyüdüğünüz çok önemli diye düşünüyorum. Yani bu bahsettikleriniz kadar Ankara’da büyümüş olmayı da öne çıkarırım aslında. Babam resim öğretmeniydi sonradan film yönetmeni oldu, annem edebiyat öğretmeniydi sonradan senaryo yazarı, radyo programı yazarı oldu ve bu dönem içerisinde hayatımızın iki yılı gibi bir dönemi Londra’da geçti. Bu dönemde babam BBC’de çalışıyordu ve hep böyle belli bir hayata bakış şekli içerisinde büyüdük. Bir inancının bir bakış açının olması meselesi, büyürken önemli bir şey diye düşünüyorum. Çünkü bunun içerisinde hak, haksızlık, etik, inanç, ruhani durumlar var, bunların hepsinin içerisinde olduğu bilinçli bir yuvanın içerisinde büyüyor olmaktan dolayı belki onu tanımlama ihtiyacıyla bunu söylüyorum. Mesela şundan da hep özellikle bahsederim, yaptığımız en önemli işlerden bir tanesi ne diye tanımlarsanız Uğur Mumcu için yaptığım kitap kapakları derim. Çünkü benim için hayatımda belli bir dönemdi diye tanımlayabilirim.

Yaprak Özer: Fark edildiğiniz için mi, yoksa bunu Uğur Mumcu için yaptığınızı düşündüğünüz için mi?

Emrah Yücel: Tabii ki Uğur Mumcu için yaptığımı düşündüğüm için. Bu 24 kitabı okuyup aynı zamanda bunlara kapak üretme süreci benim üzerimde böyle bir iki yıllık etki bıraktı. Bu etki şöyle bir etki oldu: “O olsa ne yapardı” modeli üzerinden hareket etmeye başlayarak. Bu bir yöntem; ideolojik olarak bir rol modeli almak… Tabii ki zaman içerisinde özellikle gençlik yıllarınızda bu bir başlangıç oluyor ama sonradan siz kendi yapınızı da oluşturuyorsunuz çünkü onun gerçekleriyle sizin gerçekleriniz arasında farklılıklar da oluşabiliyor ama o bakış açısı, onun meseleyi sorgulayış şekli, anlayış şekli, açık açık ortaya cesurca koyuş şekli benim için her zaman model olmuştur. Yani sıkışık bir durumda doğal olarak siz nasıl bundan bir çıkış yapardınız sorusuna cevap bulmak meselesi için böyle bir modele ihtiyacınız olabiliyor.

Yaprak Özer: Amerika’yı çizen adam diyorlar, doğru mu?

Emrah Yücel: Tabii ki büyük bir abartı. Amerika’da ünlü birisi değilim, orada büyük bir sektörün içerisinde bir parçayım. Yani bu parçayı daha gerçekçi tanımlamak gerekirse, bizim yaptığımız iş, (şirketlerimizden bir tanesi mesela Iconisus 12 yıllık bir şirket, 13. Yılımızdayız) sinema reklamcılığı. Bunu yapan yaklaşık 35’e yakın büyük şirket varsa biz bunların içerisinde ilk 10’un içerisindeyiz. Ama bu dev bir sektör, yani Amerika’nın açıklanmayan ilaç ve silah gelirinin dışında Amerika’nın en büyük ihracat geliri sinema sektörü. Bu aynı zamanda tabii ki kültürel olarak da çok önemli güç. Doğal olarak bunun pazarlaması işi de bununla birlikte büyük bir sektör. Şimdi bu dış tanımı yaptıktan sonra bunun içerisindeki 35 büyük şirketten 10 tanesinin içerisindeyiz diye kendi bulunduğumuz yeri tanımlayabilirim. Ama bunun içerisinde ben bu şirketin sahibiyim ve biz yaklaşık 35 kişilik bir yapıyız.

Yaprak Özer: Dikkatimi çeken noktalardan bir tanesi de Hollywood işleri kadar Türkiye işi de yapmışsınız. Stratejik olarak orada olmak mı anlamlıydı? Biz Türkiye’de severiz dışarıdan geleni… Örneğin dışarıda haber olursa burada daha büyük haber olur. Bu da bunun gibi bir şey mi?

Emrah Yücel: İkisi bir arada diyebilirim burada iş yapıyoruz ve doğal olarak buradaki işlerin tabii ki tepkisi Türkiye içerisinde daha büyük oluyor, bu çok önemli. Yani orada yaptığımız her şey aslında birazcık daha kapalı kalan çok iş de var. Yani bütün telif hakları meselesinden dolayı ya da her zaman mesela çok sesli olarak söyleyemediğimiz işler de var. Web sitemize çok koyamadığımız işler de var ya da alternatiflerini sergileyemediğimiz işler de var. O anlamda oradaki sektör dediğim gibi 12-13 yıllık bir sektör. Mirror Mirror diye bir projeyi bitirdik Julia Roberts için.

Yaprak Özer: Ne yaptınız, Mirror Miror neydi?

Emrah Yücel: Mirror Mirror Pamuk Prenses projesiydi Julia Roberts’ın oynadığı. Biz bunun tüm marketing kampanyasını tasarladık. İçerisinde afişi var, bütün outdoor uygulamaları var, DVD paketi var, gazete ilanları var ve bir kısım televizyon spotları var.

Yaprak Özer: Dikkat çekici ünlülerle çalışıyorsunuz. En fazla ses getiren hangi projeniz sizce?

Emrah Yücel: Bence Avatar oldu. Yani Avatar için çalışmak üzere seçilen 4 ajanstan bir tanesi olduk, bizim yaptığımız final afişi olmadı ama final afişinde de çalıştık. Şimdi sistemi şöyle anlatayım; stüdyolar bazen çok büyük markalar olduğu zaman onu bir tek kişiyle taçlandırmazlar. Çünkü çok büyük bir şeyden bahsediyorsunuz. Yani onlar onun güzelliğinden çok aslında daha güvende gitmek için yapıyorlar. Siz çünkü yarın öbür gün çıkıp onun üzerine bir şey inşa edebilirsiniz. O yüzden siz mesela belli bir yere kadar çalışıyorsunuz, bir süre sonra o 4 ajansın içerisinde çalışan 20’şer 30’ar tasarımcının bakıyorsunuz ki birbirinden farkı kalmamış.

Yaprak Özer: Emrah Yücel’i Emrah Yücel yapan nedir?

Emrah Yücel: Benim için Frida çok önemli bir proje. Çünkü Frida duygusal olarak da çok önemli bir proje. Ben Los Angeles’a yerleştiğim zaman kendi ajansımı açtıktan sonra Harvey Weinstein’in bizimle çalışmak için verdiği ilk projedir bu. O anlamda benim için çok duygusal ayrı bir yeri var.

Yaprak Özer: Bu projede tam olarak ne yaptınız?

Emrah Yücel: Key-Art diyoruz yani anahtar görsel tasarım. Yani siz bir filmi pazarlarken bunun akılda kalacak bir görselinin olması lazım. Bu görseli siz versiyonlarıyla birlikte DVD’de de kullanabilirsiniz, gazete ilanı da yapabilirsiniz ama bazen sadece gazete ilanı yapmak üzere de işe alınabilirsiniz. Game Of Thrones, Boardwalk Empire için gazete ilanları tasarladık. Yani iki sayfa New York Times’da gazete ilanı tasarlıyorsunuz, siz bunun için işe alınıyorsunuz. Ya da mesela sadece Home Entertainment projeleri var diyelim ki, Star Wars’un üçlü paketi, dört paketi çıkacak o dörtlü paket için sizi işe alıyor.

Yaprak Özer: Görüyorum ki oradaki çalışma şekliyle buradaki çalışma şekli birbirinden hayli farklı. Çok farklı dev bir sektör.

Emrah Yücel: Amerika’nın en büyük ihracat geliri bu.

Yaprak Özer: Ünlü projelerinizde web siteleri var. Siz kimlerin kişisel web sitelerini tasarladınız?

Emrah Yücel: Yani dijital anlamda da pek çok servis veriyoruz doğru söylüyorsunuz yani bu pek çok Hollywood starının web sitesini yaptığımız dönemde Brad Pitt, Mel Gibson, Julianne Moore, Peter Gallagher, Kirk Douglas gibi pek çok ünlünün web sitesini yaptık.

Yaprak Özer: Niye size geldiler?

Emrah Yücel: Bu büyük bir projeydi. Yani celebritylerinin sitelerinin içerisinde bulunduğu büyük bir management ajans var Los Angeles’ta. Bu aktörler bu management ajansına aitler ve biz bunu yaptığımızda internetin ilk yıllarıydı. Onlar paket halinde bize geldiler. 25 celebrity için web sitesi tasarımları istediler. Örneğin “Tom Hanks ile başlar mısınız?” dediler… Tom Hanks’in web sitesiyle başladık. Peşinden 25’e yakın farklı web siteleri tasarladık. Dijital alandan bahsedecek olursak mesela benim yaptığım en önemli projelerden bir tanesi 3 farklı dine web sitesi tasarlamış olma durumudur. Bunlar birbirinden tamamen bağımsız, öncelikle Kabbalah geldi, peşinden Amerika’daki Yunan Ortodoks Kilisesi geldi onlara çok güzel bir site yaptık. Yunan Ortodoks Kilisesi ile Webby Awards aldık. Meridyen Destek Grubu son peygamber web sitesi rica ettiler bizden. O da Hz. Muhammed için yaptığımız bir web sitesiydi ve birbirinden bağımsız olarak yaklaşık üç yıllık süreç içerisinde üç tane farklı din için site yaptık. Ben bunu neden önemsiyorum, web ortamında ruhani ve duygusal bir atmosfer yaratmak zor bir iş. Ağırlıklı teknolojik ve daha modern ya da elektroniğe ait bir dünyadır. Halbuki öyle bir duygusal atmosfer yaratmak işi zor bir iştir ve bizim de Webby Awards’da aldığımız ödül özellikle ruhani dalda aldığımız ödüldür.

Yaprak Özer: İzmir’e gelelim mi, İzmir’e ne yapıyorsunuz?

Emrah Yücel: İzmir bizim çok keyif aldığımız zevkli bir proje. İzmir burada bir öncülüğe imza attı ve ilk defa içerisinde stratejik planı da hazırlanmış şekilde bir görsel kimlik siparişi üzerinden hareket etti. Yaklaşık 6-7 ajanslık bir ihaleydi, sonunda bizde kaldı bu ihale ve İzmir’in bir görsel kimliğinin tasarlanması süreciydi bu içerisine girdiğimiz süreç. Burada önemli olan iki tane yaptığımız şey var diye düşünüyorum. Yani pek çok şey tasarlandı ama birincisi bir kere şehrin sloganının oluşturulması. Yani “İzmir Öncülerin Şehri” konsepti içerisinde kurduğumuz bir konsept.

Yaprak Özer: Ne kadar çalıştınız?

Emrah Yücel: Yaklaşık 8 aylık bir projeydi bu. İçerisinde bunu anlatan bir film var belki onu da izleriz ama İzmir’in özellikle pek çok konuda bir öncü olma durumu var mesela “en” olma durumu yok “ilk” olma durumu var. İstanbul “en”lerin şehri ama İzmir “ilk”lerin şehri. Bu biraz o kimlikle alakalı mesela o enlerin pek çoğu devam edemeyebilmiş sonra ama ilk olma durumu var. Baktığınız zaman hakikaten şu andaki siyasi arenadan tutun da sanatçılarımıza kadar, yazarlarımızdan köşe yazarlarımıza pek çok insan aslında o öncü meselesini zaten hala taşıyorlar. O öncülük ruhu İzmir’in içerisinde var. Biz de dedik ki, bu ruh aslında öyle bir yerde ki, aslında İzmir Türkiye’nin nazar boncuğu. Orada bir tasarımcının aslında yapmak isteyeceği çok önemli bir şeyi yapmadık: bir amblem tasarlarken, abstract bir tasarım yerine tıpkı New York’unki nasıl Big Apple’sa sembolü, kültürel ikonu alıp onun altını çizme yöntemini seçtik. Wikipedia Nazar Boncuğu’nun kökeni Batı Anadolu diyor. Bunu Yunanistan için demiyor, Beyrut için demiyor. Los Angeles’tan Hawai’ye kadar. Sahip çıkmamız lazım çünkü bu kültürel mirası kaybediyoruz, uluslararası platformda bunu çok net görebiliyorsunuz.

Yaprak Özer: Bütün projeler içerisinde yer alır mısınız?

Emrah Yücel: Yani iyi bir ekibimiz var.

Yaprak Özer: Ne kadar zaman ayırabilirsiniz?

Emrah Yücel: Şöyle söyleyeyim; benim görmediğim bir iş çıkmaz.

Yaprak Özer: Hangi aşamada görürsünüz?

Emrah Yücel: Her aşama yani değişir, alternatiflerinin tümünü görmediğim işlerin müşteriye gittiği de olabilir, ama son aşamasında özellikle yani başından beri gidip dinlediğimiz anlamaya çalıştığımız her şeyin içinde mutlaka varımdır ve böyle de olmak zorunda.

Yaprak Özer: Başarının sırrı ne?

Emrah Yücel: Yani başarı bence yapmak istediğiniz işi yapıyor olma durumu. Bence bu çok değerli bir şey. Yani ben şunu hep tavsiye ediyorum insanlara bir kere mesela askerseniz ama otomobil merakınız varsa otomobil merakınıza bakın ve o işte bir iş yapın. Mutlaka kendi yapmak istediğiniz işin peşine gidin ve onu bulmaya çalışın. Ben hep bunu yapmak istedim, küçüklüğümden beri ticari sanat diye tanımlanan, ben bir sanatçı değilim ben bir tasarımcıyım özünde; eğitimimi ve kimliğimi tasarım üzerine aldım ama bir şey tasarlamak üzere yani birisinin talebi ve siparişi üzerine bir şey tasarlayıp bunu böyle ikonlaştıracak bir görsel haline dönüştürme benim işim. Bu sözlü de olabilir, içerik olarak da olabilir tamamen görsel bir şey de olabilir ama ben bir kere o işi yapıyor olma meselesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum başarı bence bu: sevdiğin işi yapmak meselesi. Nasıl başarılı olunur sorusuna gelince de bir kere başarı dediğimiz hikaye bence uzun bir koşu o çok önemli yani bu hep şu laf vardır ya sürekli vurmak üzerine kurulu her şey. Baktığınız zaman özellikle Türkiye gibi bir platformdan algılandığında böyle hep inişleri çıkışları olan bir takım karakterler, isimler, projeler, şehirler, insanlar böyle değil de mesela uzun koşuda hakikaten 10 yıl 20 yıl aynı tutarlılıkta iş yapıyor olma meselesi bence çok önemli. Maraton koşucusu olmak çok önemli. Sevdiğiniz işi çalışarak yaparsınız zaten. Biz Türkiye’deki pek çok yeteneğe de açığız uluslararası platformda her zaman her türlü yeteneğe de açığız.

EMRAH YÜCEL KİMDİR?

Emrah Yücel, 1968 doğumlu Türk grafik tasarımcı. Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarımı 1989 yılı mezunu. Yüksek Lisansını Bilkent Üniversitesi Grafik Bölümünde tamamladı. Özellikle Hollywood sinemasının film posterlerini tasarlamasıyla tanınıyor. Yakın geçmişte Avatar, Julia Roberts’ın oynadığı şu dönem vizyonda bulunan Mirror Mirror popüler projelerinden bazıları. İstanbul Film Festivali afişlerinden Uğur Mumcu’nun kitap kapaklarına, amblem, ambalaj grafiği, broşür, CD kapaklarından, reklam kampanyalarına kadar farklı alanlarda tasarımlara imza atıyor.