Röportaj: Tuluhan Tekeli
07/08/2011
Bir yılbaşı günü arkadaşlarını topluyor, kanepesinden çaydanlığına kadar hepsinin üzerine bir fiyat etiketi yapıştırıyor. “İsteyen istediğini alsın, ben gidiyorum,” diyor.
Gemileri öyle yakıyor ki, âşık olduğu kız arkadaşını bile bırakıyor.
Kendini New York uçağına atıyor. Uçak boş; bir ara ona doğru yürüyen bir sima ile göz göze gelip, gayri ihtiyari selam veriyor. Yaşlı bey soruyor “Nereden tanışıyoruz delikanlı?” diye. “Siz beni tanımazsınız ama ben sizi fark edince gayri ihtiyari selam verdim,” diyor. Sohbet ediyorlar.
Neden New York’a gittiğini, neden gemileri yaktığını anlatıyor. Adam onu daha yakından tanımak istiyor, “Yaptığın işleri görebilir miyim?” diye soruyor. Emrah Yücel çantasından bir dosya çıkarıyor. Kendisine uzatıyor, o dosyayı alıp gidiyor adam.
Uçak, New York üzerinde alçalırken tekrar yanına geliyor. “Yaptığın işleri beğendim ama bir şeye de çok üzüldüm,”diyor. “Sen bu ülkede büyümüş bir ağaçsın, köklerin bu ülkeden beslenmiş ama meyvelerini vermeye oraya gidiyorsun.”
“O adam rahmetli Sakıp Sabancı’ydı. Bu sözü 17 yıl boyunca, dramatik bir dipnot olarak hep aklımda kaldı,” diyor Emrah Yücel.
Belki de bu yüzden meyvelerini Türkiye için vermeye çoktan başlamış. Onu ‘afişlerin efendisi‘ olarak tanıyoruz ama o aslında çok yönlü bir ‘görsel iletişim düşünürü‘. Sosyal medyada strateji üreten, Türkiye’nin dünyadaki marka değerini yükseltmek için çalışan, Hollywood filmlerinin Türkiye’de çekilmesi için lobi yapan bir ekibin orkestra şefi.
Hollywood filmlerinin Türkiye’de çekilmesi için lobi yapan bir ekibin orkestra şefi
Bugün Los Angeles’in merkezindeki şirketinde iş görüşmesine gelen Türk gençlerine soruyor: “Hayalin ne?” Aralarından “Emrah Yücel olmak istiyorum,” diyenler de çıkıyormuş, o zaman yine soruyor: “Peki gemileri yakmaya hazır mısın?”